18-24 Mart Yaşlılara Saygı Haftası… Yaşlılarımıza saygı göstermeyi öğrenmek için herhangi bir haftaya gerek var mı? Elbette yok. Ama yaş almış dostlarımızın çözülmeyi bekleyen sorunları çok. Yıllardır hemen hemen sadece belli bir yaşın üzerindeki hastaları değerlendiren bir Nöroloji hekimi olarak, bu özel zaman diliminde, biraz bu sorunlardan bahsetmek istedim sizlere.





Aslında öncelikle kime yaşlı demeliyiz onu bilmemiz gerekir. Kişisel olarak “yaşlı” kelimesini çok fazla benimsemeyip, onun yerine “yaş almış dostlarımız” demeyi tercih etsem de bilimsel kriterlere göre yapılan bu sınıflamayı bilmekte fayda var. Dünya Sağlık Örgütünün tanımına göre yaşlılık 64 yaşın bitip 65’in başlamasıdır. Yaşlılık da üç evreye ayrılır; 65-74 erken yaşlılık, 75-84 orta yaşlılık, 85 ve üzeri ileri yaşlılık evresidir.





Yaşla birlikte giderek artan ve yaşam süresinin uzaması ile birlikte dünyayı tehdit eden aynı zamanda benim de spesifik çalışma alanım olan Alzheimer hastalığı yaşlılıkta en büyük sorunlardan birisidir. Anılarınız geriye doğru sıra ile bir bir silinirken buna seyirci konumunda olmanın psikolojik boyutu apayrı bir konuyken, çevreniz tarafından anlaşılamamaktır asıl incitici olan. Şunu unutmamalı, Alzheimer hastalığında zihinsel yetiler teker teker yitirilse de, duygular korunur. Alzheimer hastası, her ne kadar sizi anlamıyormuş gibi görünse de birçok şeyi hisseder.



Peki Alzheimer hastalığı nedir? Demansla ne farkı vardır? Bunlar en sık karşılaştığım sorular. Alzheimer hastalığı bir Demans türüdür. En sık görülen Demans türü olmakla birlikte ilk tutulum alanı bellekle ilgili bölgelerdir. O nedenle de ilk bulgusu unutkanlıktır. Demansın başka birçok çeşiti vardır ve açıkçası Alzheimer dışındaki Demansların da tanı alması biraz güçtür. Çünkü ilk bulguları unutkanlık değildir. Kişilik değişiklikleri, halüsinasyonlar ve düşünce bozuklukları ile başlayan Demans türleri de vardır. Nadir görüldükleri için yanlış tanı ihtimalleri yüksektir. Biz en sık görülen Alzheimer hastalığından biraz bahsedelim. Birçoğunuzun bildiği gibi Alzheimer hastalığında altta yatan sebebin beyin hücrelerinin arasında biriken Beta Amiloid ve hücrelerin içerisinde biriken fosforilize Tau proteini olduğu düşünülmektedir. Her geçen gün yeni başkaca proteinler de tanımlanmaktadır. Peki bunlar nereden gelirler ve neden beynimizde birikirler? Aslında iki protein türü de vücudumuzda üretilir ve gerekli yerlerde kullanılırlar. Ancak Amiloid proteininin yanlış yerden kesilmesi sonucu oluşan bir parça olan Beta Amilod vücutta kullanılamaz ve beyin hücreleri(nöronlar) arasında birikir. Tau proteini de fosforilize olunca nöronların içerisinde birikir. Bu patolojik birikimler önce bellek merkezimiz olan hipokampuslarda başlar ve zamanla tüm beyine yayılır.






Bu hastalık aşama aşama nasıl fark edilir, biraz da bu konuda konuşalım. Kişi önce kendisinde bir takım değişiklikler hisseder. Örneğin eskiden organize etmesi kolay gelen işleri, organize etmekte sıkıntı yaşamaya başlar. Ufak tefek unutkanlıkları olur. Zihninin daha yavaş işlediğini ve reaksiyon zamanının uzadığını fark eder. Daha hızlı düşünebilirken, süre uzamıştır ve sonuçlar pek de parlak değildir. Eşyalarını koyduğu yerleri unutabilir, sık sık özel eşyalarını kaybedebilir. Aslında özet olarak şu düşünülür “Bende bir tuhaflık var ama ne?”. Bu soruyu kendimize sorduğumuzda ilk sinyalleri de vermiş oluruz. Zaman sonra belirtiler etrafımız tarafından da hissedilmeye başlanır. Bir şeylerin yanlış gittiği artık aşikardır. Sizden beklenmeyen unutkanlıklarınız olduğu çevreniz tarafından da ifade edilir. Randevular unutulmaya, söylenenler tekrarlanmaya, sık görüşülmeyen kişilerin isimleri unutulmaya başlanmıştır bile. Bu evrede inkar çok sık yaşanır. Hem hasta hem de birinci derece yakınları durumu kabul etmek istemez ve gündelik hayatın yoruculuğuna ya da strese bağlanır. Alzheimer hastalığını erken evrede tanılamak da kolay değildir. Detaylı nöropsikolojik testler gerektirir. Bu alanda özel çalışan bir merkeze gidilmezse genellikle tanı hastalığın daha ileri aşamalarında konur.






Alzheimer hastalığı tanısı aldıktan sonra hasta yakınlarının inkar süreci devam eder. Hastalığın kabul aşamasına kadar aile içi karmaşa yaşanır ve bu durum hastayı daha da olumsuz etkiler. Nasıl davranacakları, yeni haliyle ebeveynlerini nasıl kabul edecekleri hep sorundur. İşte tam da bu noktada sosyal destek ihtiyacı doğar. Ailenin durumu kabullenmesi ve bundan sonraki hayat düzeni açısından önerilere ve desteğe ihtiyacı vardır. Çünkü artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Bu uzun yolda yalnız koşmak beraberinde başka sıkıntı ve hatta hastalıkları da getirebilir. Ülkemizdeki en büyük eksiklik bu alandadır. Birçok ülkenin Ulusal Alzheimer Planı varken, Türkiye’de henüz olgunlaşmış bir plan yoktur. Belki bu yönde gelişme kaydedilmesi birçok açıdan hem hastaları hem de aileleri rahatlatacaktır.





Alzheimer hastalığı konusunda en sık aldığım sorulardan birisi de; hasta olmadan evvel bunu anlayabileceğimiz bir tetkik var mı? Dünya üzerinde özellikle ABD’de ve bazı Avrupa ülkelerinde Alzheimer hastalığını önceden tanımanın yolları üzerinde birçok çalışma yapılmakta ve özellikle birkaç yöntem üzerinde durulmaktadır. Bunlardan birisi görüntüleme yöntemleri, diğeri beyin omurilik sıvısında bakılan bazı biyomarkerlar ve bir diğeri de kan tetkikleridir. Beyin omurilik sıvısı, beyindeki özel bölgelerde üretilen bir sıvıdır. Beyin içerisinde bazı boşlukları doldurduğu gibi, beynin ve omuriliğin de etrafını sararak su dolu bir yastık görevi yapmaktadır. Peki bizim için bu sıvının anlamı nedir? Beyinde oluşan değişimleri en iyi gözlemleyebildiğimiz bir sıvıdır ve nispeten kolay ulaşabildiğimiz bir alandadır. Yani beyinde anormal bir olay olduğunda, gelişen olayın habercileri bu sıvı içerisine de geçer. İşte biz bu habercilere “biyomarker” deriz. Alzheimer hastalığı sırasında beyinde bazı değişiklikler olur ki bunlardan yukarıda bahsetmiştik. Bu sırada beyin omurilik sıvısına yansıyan ise Amiloidin bir parçasının azalması, taunun ise artmasıdır. Bunların dışında Apo E, TDP-43, FUS, GFAP miktarları da değişir. Henüz çalışma aşamasında olan başka biyomarkerlar da vardır. Bizler bazen bu biyomarkerları hastalığın ilerlemesini takip etmek amaçlı da kullanabiliriz. Ancak kişisel olarak onun yerine nöropsikolojik test yapmayı tercih ediyorum. Çünkü bahsettiğim biyomarkerlara bakmak için Lomber Ponksiyon denilen, hastanın bel bölgesinden girilerek beyin omurilik sıvısına ulaşmamızı sağlayan bir yöntem kullanırız. Sonuçta bize çok büyük şeyler vermeyecek girişimsel işlemler yapmayı tercih etmiyorum. Hastalığı henüz ortaya çıkmadan bilmemiz ise şu aşamada bize bir katkı sağlamayacaktır. Çünkü ortada henüz kesin bir tedavi şekli bulunmamaktadır. Mevcut tedaviler ancak ortaya çıkmış hastalığın gidişatını yavaşlatmaya yönelik moleküllerden ibarettir.





Yaşlılara Saygı Haftası vesilesiyle çağımızın en mühim hastalıklarından birisi olan Alzheimer hastalığına kısaca değindim. Önümüzdeki günlerde Girişimci Eczacılar Derneğinin bu güzel dergisinin dijital formatında “Anılar Silinirken” isimli bir köşe yazmaya başlayacağım. Bu da bizim tanışma yazımız olsun. Çok daha detaylı bilgileri sizlerle paylaşıyor olacağım. Sevgiyle kalın…

Önceki UZM.DR.CEMİLE AYDIN Yazıları