COVID-19 Salgınında Aşı Tartışmaları

Aşıların toplum sağlığını koruduğu kanıta dayalı verilerle net bir şekilde kanıtlanmış olmasına karşın aşı karşıtlığı ve düşmanlığı değişik şekil ve boyutlarda hâlâ devam etmektedir. Karşıtların ileri sürdüğü tezlerin büyük kısmı herhangi bir kanıta dayanmayan komploya dayalı hikâyelerdir. Bazıları da çarpıtılmış bilimsel makalelere, etik dışı davranan akademisyenlerin medyada verdiği demeçlere ve söylentilere dayanır.

Prof. Dr. Tayfun UZBAY
Üsküdar Üniversitesi, Tıp Fakültesi,
Dahili Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı, (NPFUAM) Müdürü

COVID-19’a karşı dünyada halen 200 civarında aşı çalışması yürütülüyor. Bunlardan Çin, Güney Kore, ABD, Kanada, Avustralya, Almanya, İngiltere ve İsveç’te yürütülen yaklaşık on kadar aşı adayı insanlar üzerinde denemenin son aşamasına (faz-III) kadar ulaştı. Rusya Sputnik V adını verdiği viral vektör teknolojisi ile üretilen aşıyı kendi ülkesinde onaylayarak kullanıma sundu. Almanya’nın Biontech ve Amerika’nın Pfizer laboratuvarlarının ortak üretimi olan mRNA teknolojisi ile üretilen aşı Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi’nden (FDA) acil onay almayı başaran ilk aşı oldu. Aşıya İngiltere de onay verdi ve yaygın kullanıma başladı. Çin’in Sinovac laboratuvarlarında üretilen inaktif aşı da faz-III’ün sonuna geldi. Türkiye hem Biontech-Pfizer hem de Sinovac aşısının faz-III süreçlerine gönüllülerle aktif olarak katıldı. Şu ana kadar sadece bu iki aşı için sipariş de vermiş durumda. Bu aşılar dışında Amerikan Moderna laboratuvarlarında üretilen başka bir mRNA aşısı, Oxford Üniversitesi ve Astra Zeneca işbirliği ile üretilen viral vektör aşısı ve Güney Kore-Amerika ortaklığı ile yürütülen DNA tekniğine dayanan aşı da faz-III çalışmalarının sonunda. Moderna aşısı onay için FDA’ya başvurdu ve onay bekliyor.

Türkiye’de de Ege, Selçuk, Erciyes, Acıbadem, Ankara, Boğaziçi ve Bezmialem üniversiteleri, İzmir Biyotıp ve Genom Merkezi ve ODTÜ’de virüs izole edildi ve aşı çalışmaları sürdürülüyor. TÜBİTAK bu çalışmaları “COVID-19 Türkiye Platformu” başlığı altında birleştirdi ve destekliyor. Bu çalışmalardan da iki tanesinin insanda deneme aşamasına ulaştığı haberleri alındı. Çalışmalar sürse de yerli aşıların onay için altı aydan az olmamak koşulu ile zamana ihtiyacı var.

Aşı çalışmaları ve aşılamalar birçok bilimsel yenilik gibi ilk başlarda şiddetli bir tepki ile karşılaşmıştır. Paris Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin yanı sıra hem İngiltere hem de Amerika’daki kiliseler aşının yasaklanmasını istemişlerdir. Çiçek aşısını geliştiren Edward Jenner da papazların ve kendi meslektaşlarının sert tepkilerine maruz kalmıştır. Aşıların toplum sağlığını koruduğu kanıta dayalı verilerle net bir şekilde kanıtlanmış olmasına karşın aşı karşıtlığı ve düşmanlığı değişik şekil ve boyutlarda hâlâ devam etmektedir. Karşıtların ileri sürdüğü tezlerin büyük kısmı herhangi bir kanıta dayanmayan komploya dayalı hikâyelerdir. Bazıları da çarpıtılmış bilimsel makalelere, etik dışı davranan akademisyenlerin medyada verdiği demeçlere ve söylentilere dayanır. Aşılar bilim insanlarına ve birçok insana umut verse de aşı karşıtları ve komplo teorisyenleri daha aşılar onay almadan seslerini yükseltmeye başladılar.

COVID-19’un laboratuvarda üretilmiş yapay bir virüs olduğu, amacın dünya nüfusunu dengelemek ve yaşlı nüfusun eliminasyonu olduğu, hastalığın fazla abartıldığı, aslında böyle bir hastalık da olmadığı, aşıların bu kadar erken üretilemeyeceği, uygulamada uzun vadeli genetik değişikliklere yol açacağı ve uzun vadede başka hastalıklar yaratmak üzere tasarlandığı gibi hiçbir bilimsel kanıtla desteklenemeyen, gerçek olmayan veya bazıları aşırı abartılı olan iddiaları medyada da yer alıyor ve halkın kafasını karıştırarak endişeye sevk ediyor. Bu iddiaları ortaya atanların içinde bazı hekimlerin, tanınmış kişilerin ve yazarların bulunması toplumun geniş kesimlerine ulaşmasını sağlıyor. Halkın virüsün yayılım hızını azaltacak önlemler konusunda işbirliği yapmamasında sağlıkçı ve akademik kimliği olanlardan gelen bu tür açıklamaların da rolü var.

COVID-19’un laboratuvarda üretilen bir virüs olmadığı konusunda alanın uzmanları ve ciddi bilimciler fikir birliği içinde. Salgının başlarında virüsün sadece yaşlıları öldürdüğü gibi ilk gözlemlere dayalı bir izlenim olduysa da bunun yanlışlığı çabuk anlaşıldı. COVID-19 sağlıklılarda ve genç yaş gruplarında da ölüme neden oluyor. Dünya nüfusunu dengelemek için laboratuvarda üretilmiş bir virüs olsaydı çok daha öldürücü olurdu ve kimliği bu kadar çabuk tüm ayrıntıları ile ortaya konamazdı.

Bugünkü bilgi birikimi ve teknolojinin ulaştığı noktayı eski aşıların geliştirildiği dönem ile karşılaştırmak da abes olur. Geliştirilen bazı aşılarda kullanılan mRNA (messenger, haberci RNA) teknolojisi de bir anda ortaya çıkmış değil. Bu teknik ile kansere karşı aşı geliştirme çalışmaları yıllardır devam ediyor. Alman Biontech ve Amerikan Moderna bu tekniği COVID-19’a uyarladılar. Hem virüsün kimliği hem de teknik bilindiğinden mRNA aşılarının geliştirilmesinin de bu kadar çabuk olması sürpriz değil. mRNA’nın vücutta kalarak genetik kodlarda değişiklik yapması ya da başka bir etkiye neden olması da söz konusu değil. mRNA’lar vücudumuzda sürekli üretilen ve yeni protein sentezleri için gerekli mesajı ilettikten sonra yok olan elemanlar. Böyle bir aşı ile vücuda herhangi bir fizyolojik sistemi veya düşünceleri kontrol edebilecek bir çip yerleştirilebilmesi de çok uçuk ve gerçeklikle ilgisi olmayan bir yaklaşım.

İddia edildiği gibi aşı süreçleri mutlak şekilde ticari kaygıları ön planda olan şirketlerin insafına bırakılmış da değil. Bağımsız denetçiler var. Her aşama denetleniyor. Veriler şeffaf şekilde açıklanmak ve paylaşılmak zorunda. Ayrıca yasal yaptırımlar ve denetimler de söz konusu. Aşılar Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi (FDA) ve Avrupa İlaç Ajansı (EMA) gibi kuruluşlardan onay alsa bile her ülke kullanıma sokmadan önce tüm verileri kendisi de değerlendirip hem kalite hem de etkinlik kontrolü yaparak ruhsat veriyor. Dünyanın en iyi laboratuvarında üretilmiş bir aşı dahi herhangi bir ülkede tekrar kontrol edilmeden ruhsatlanamaz. İnsan çalışmaları sırasında sıradışı bir etki görüldüğünde çalışma durdurulup bunun aşı ile bir illiyet bağının olup olmadığı araştırılıyor. Görülmezse çalışma devam ediyor. Bunları süreç boyunca birkaç kez gördük. Avustralya’daki aşı çalışmaları sıradışı bir antikor oluşması nedeniyle bir yıl süreyle askıya alındı.

Yeni teknolojilerin ve üretim stratejilerinin aşı için ilk kez kullanılmasının yan tesirler bakımından bazı endişelere yol açması da normaldir. Yeni ve farklı bir yaklaşım ile üretildiği için yaygın kullanımda beklenmedik bazı alerjik reaksiyonlar veya sıradışı bazı sürpriz sorunlarla karşılaşılabilir. Bunların görülme sıklığı ve şiddeti de önemlidir. Böyle bir durumda aşının kullanımı tamamen iptal edilebilir. Bu aşıyı sunan şirket için de hiç istenmeyen bir şeydir, o nedenle firmaların süreçleri illegal yollardan hızlandırması yerine daha denetimli, kılı kırk yararak gitmiş olmaları daha akla yakındır. Öte yandan bu yeni teknolojinin yaygın uygulamada çok büyük bir başarı yakalayarak aşı ile hastalıklardan korunmada çığır açma olasılığı da var.

Kanıta dayalı tıpta aşı ve ilaç uygulamaları yarar/zarar veya risk/yarar oranı gözetilerek yapılır. Buradaki ince nokta, aşı olmadığımız zaman alacağımız risk ve görebileceğimiz zararın aşı olduğumuz zaman alacağımız risk veya göreceğimiz zarara göre daha büyük olup olmadığıdır. “Nasıl olsa toplumun %80’i bunu hafif geçiriyor” yaklaşımı ile aldığımız risk ölümcül olabilir.

Bilmediğimiz başka önemli bir şey de hastalığı atlatanların ileride başka bir sorunla karşılaşıp karşılaşmayacağı. İspanyol gribini geçirenlerin bazılarında daha sonra letarjik ensefalit ortaya çıkmıştır, ayrıca 5 milyona yakın insanın ölümüne neden olmuştur. Bunu atlatmayı başaranlarda da daha sonra Parkinson belirtileri ortaya çıkmıştır. En iyisi COVID-19’a hiç yakalanmamak. Hastalığı ayakta geçirenlerin uzun vadeli başka bir sorunla karşılaşma riski, aşının uzun vadede ortaya çıkacak herhangi bir yan tesirinden daha tehlikeli olabilir. Öte yandan komplo teorileri ile toplumda aşı hakkında şüphe oluşur ve aşı reddi artarsa aşılama programına katılım da azalacaktır. Bu daha fazla can kaybı ve salgının daha uzun sürmesi demektir.

Önceki DOKTOR KÖŞESİ Yazıları