GAPS: Bağırsak ve Psikoloji Sendromu

GAPS: Bağırsak ve Psikoloji Sendromu (GAPS: Gut and Psychology Syndrome) kitabının yazarı ve GAPS Protokolünü oluşturan Dr. Natasha Campbell McBride, bağırsak-beyin ilişkisi ile nörolojik bozukluklar ve beslenme arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir. McBride’a göre GAPS bir sindirim sistemi rahatsızlığıdır.

GAPS Protokolü ile bağırsaklarımızda yaşayan trilyonlarca mikrobu dengelemek, sızdıran bağırsak astarını onarmak ve böylece bağırsak duvarını iyileştirmek amaçlanır. Bağırsaklar başta olmak üzere tüm sindirim sistemi toparlandığında bağışıklık sistemi güçlenir, bedenin üzerindeki iltihabi yük ve zehirler azalarak pek çok sağlık sorununa çözüm bulunabilir. Tıbbın babası Hipokrat, “Tüm hastalıklar bağırsakta başlar,” sözüyle binlerce yıl öncesinden konunun öneminden bahsetmiştir. GAPS diyeti düşük karbonhidratlı bir eliminasyon diyetidir. Bu diyette bağırsaklarımızda yaşayan mikropların dengesine kavuşana ve sızdıran bağırsak astarı onarılana dek sindirimi güç ve iltihabı arttıracak gıdalar beslenmeden uzaklaştırılır. Beslenmeden çıkartılan bazı besinler sağlık için faydalı ise de sindirim sistemi sorunu yaşayan kişiler genellikle bu besinleri sindiremez ve bunları tükettiklerinde şikâyetleri şiddetlenir. Bağırsak astarından sızan bu besinlerin kan dolaşımına geçerek bağışıklık sistemini aşırı uyardığı ve itihap geliştirdiği düşünülmektedir. Tüm eliminasyon diyetlerinde amaç aynıdır: Sindirimi zor olan ve iltihabı arttıran besinleri kes, sistem üzerindeki yangıyı söndür, iyileştir, geri yükleme ile besin çeşitliliğini tekrar sağla.

Eliminasyon diyeti uygulayan kişilerde detoks, yani zehirlerden arınma süreci de hızlanır. Çünkü bozulan bağırsak-mikrop dengesi hastalık yapan bakteri, maya, mantar ve parazitler lehine gelişmiştir. Sindirilemeyen her besin kötü mikrop nüfusunu besler ve onları güçlendirir. Dengesi bozulmuş bir sistemde bu mikroplar sürekli olarak endotoksin dediğimiz zehirleri salgılar. Böylelikle vücudumuzda dolaşan kan, zehirli, pis, çöp dolu bir denize dönüşür. Kan yoluyla bu zehirler doku ve organlarımıza ulaşır ve buralarda birikerek yıllar içinde çeşitli hastalıkları tetikleyebilir. Bağırsakları bu durumda olan bir kişide epilepsi, otizm, şizofreni, depresyon, anksiyete, panik atak, duygu durum bozuklukları, bipolar bozukluk, öğrenme bozuklukları, hiperaktivite, dikkat eksikliği ve IBS (hassas bağırsak sendromu) görülebilir.

Fizyolojik olarak ishal, kabızlık, gaz, şişkinlik, reflü gibi sindirim sistemi şikâyetleri, gıda alerji ve duyarlılıkları, vitamin-mineral eksiklikleri, kansızlık, alerji, astım, sistit, kronik yorgunluk, uykusuzluk, hormon dengesizlikleri, safra-böbrek taşları, obezite ve otoimmün hastalıklar görülebilir. Bununla birlikte tüm hastalıkların tek nedeninin bağırsaklar olduğunu düşünmek doğru değildir. Kronik iltihabi hastalıkların genetik, epigenetik, ağır metal ve zehirli kimyasallar, stres, oksidatif stres ve bunlara benzer pek çok koşula bağlı olarak gelişebileceğini biliyoruz. Bununla birlikte bağırsak-beyin ve bağırsak-bağışıklık sistemi ile mikrobiyom üzerinde son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar giderek artıyor ve bağırsak-hastalık ilişkisinin önemli bir faktör olduğunu kanıtlıyor. GAPS diyeti düşük karbonhidratlı beslenmeye ve liflerin uzaklaştırılmasına dayanır. Daha önce de söylediğim gibi aslında lifler sağlığımız için çok değerlidir. Ancak sızdıran bağırsağı olan ve buna bağlı olarak yukarda bahsettiğim rahatsızlıkları yaşayanların çoğu lifleri sindiremez ve lifli besinler tükettiklerinde bu şikâyetleri artar. Eliminasyon diyetlerinde bağırsak astarı onarılana kadar liflerden uzak bir beslenme önerilir. İşlenmiş, paketli, rafine edilmiş hazır gıdaların tüketilmesi ise yaşam boyu önerilmez. 2016 yılında Gaps sertifikamı alıp Türkiye’deki ilk Gaps eğitimini tamamlamış eczacı oldum. Yeditepe Eczacılık Fakültesinde Fitoterapi yüksek lisansımı tamamladıktan sonra DOST MİKROPLAR isimli kitabımı yazdım.

Dost Mikroplar; benim sağlıklı olma yolculuğumda başımdan geçenleri, aldığım eğitimler sonucu edindiğim bilgileri ve sağlıklı beslenme yöntemlerini anlatıyor. Aldığım eğitimlerle yetinmedim, sağlıklı beslenme konusunda güncel bilimsel çalışmaları inceledim. Sizin de bildiğiniz gibi sağlıklı beslenme günümüzde en popüler konuların başında geliyor. Neredeyse her gün yeni bir diyet ya da diğerlerinden çok daha sağlıklı olduğu iddia edilen yeni bir beslenme programıyla tanışıyoruz. Herkes için tek bir beslenme tipi uygunmuş gibi sert söylemler ve diyetler havada uçuşuyor. “Ekmek yemeyin, peynir tüketmeyin, meyve asla, o zehirli, bu zararlı,” derken hepimiz ne yiyeceğimizi şaşırmış durumdayız.

Yıllardır günde üç ana öğün, üç ara öğün beslenme önerisi yapılıyordu. Daha sonra günde iki öğünün yeterli olduğu söylendi. Oysa şimdi günde tek öğün yemenin en sağlıklı beslenme biçimi olduğunu tekrarlayan pek çok uzman ortaya çıktı. Peki, biz hangisinin doğru olduğunu nereden anlayacağız?

Beslenme gibi tamamen kişiye, o kişinin metabolizmasına ve bu kitapta okuyacağınız üzere bağırsak mikroplarına bağlı olarak kişiye özel ele alınması gereken bir konuyu genelleştirerek herkese ortak bir reçete önermek bana göre ciddi tehlikeler içerebilir. Bir konu popüler kültürün parçası olduğu andan itibaren tüketimin ana malzemesi haline geliyor. Maalesef bugün sağlıkla ilgili konular bu alanda en çok tüketilen kavramların başında yer alıyor. Kitaplar, dergiler, kadın programları, kongreler, eğitimler aracılığıyla satılacak ürünler piyasada kendini göstermeye devam ediyor.

Herkese kemik suyu, herkese turşu tavsiye eden uzmanlar, iltihaplı kronik hastalıkları ya da hassas bağırsak hastalığı olan bir kişinin bunlara nasıl tepki verebileceğinin hesabını yapmadan genel geçer ve kolaycı bir yaklaşımda bulunabiliyor. Piyasadaki kitapları veya sosyal medya hesaplarını okuduktan sonra diyetini değiştiren, ardından şikâyetleri artan insanların sayısı artıyor. Beslenme o kadar önemli bir konu ki, diyetinizde yaptığınız ufak bir değişiklik, üç gün gibi kısa bir sürede sindirim sisteminizde yaşayan faydalı mikropların yapısını tamamen değiştirebiliyor.

Herkese kemik suyu, herkese turşu tavsiye eden uzmanlar, iltihaplı kronik hastalıkları ya da hassas bağırsak hastalığı olan bir kişinin bunlara nasıl tepki verebileceğinin hesabını yapmadan genel geçer ve kolaycı bir yaklaşımda bulunabiliyor. Piyasadaki kitapları veya sosyal medya hesaplarını okuduktan sonra diyetini değiştiren, ardından şikâyetleri artan insanların sayısı artıyor. Beslenme o kadar önemli bir konu ki, diyetinizde yaptığınız ufak bir değişiklik, üç gün gibi kısa bir sürede sindirim sisteminizde yaşayan faydalı mikropların yapısını tamamen değiştirebiliyor.

Ağzımıza attığımız her lokmayla aslında bir seçim yapıyoruz; hangi mikrobu besleyeceğimizi, hangisini aç bırakacağımızı belirliyoruz. Uzun süre bilinçsiz şekilde uygulanan eliminasyon diyetlerinde bazı faydalı mikrop çeşitlerini geri dönüşü olmayan bir biçimde kaybediyoruz. Mikrop çeşitliliği azalınca bağışıklık sistemi zayıflıyor ve hastalık riski artıyor. Yediklerimizi sindiren ve besinlerin emilmesini kolaylaştıran faydalı mikropları kaybettikçe sindirim ve emilim sorunlarımız da artıyor. Beslendiğimizi düşünüyoruz ama yediklerimizi sindiremiyoruz. Bunun sonucunda gaz, şişkinlik, ishal, kabızlık, karın ağrısı gibi sindirim sorunları ve vitamin-mineral emilim bozukluklarına bağlı hastalıklara da davetiye çıkarıyoruz.

Aldığım her eğitimden sonra öğrendiklerimi önce kendi üzerimde denediğim için çeşitli beslenme protokollerinin olumlu ve olumsuz yönlerini yaşayarak deneyimledim. Bilim şüphe etmektir. Soru sormak, sorgulamak, her yeni edinilen bilginin getirdiği gelişime açık olmaktır. Üstelik söz konusu olan insan sağlığı ise her beden bambaşka ve herkes biriciktir.

Uygulanacak beslenme protokolünün süresi ve sonrasında bağırsaklardaki mikrop çeşitliliğini arttırmak açısından sürdürülebilir ve çeşitli beslenmeyi içeren bir program uygulamak gerekir. Fitoterapist ve klinik eczacı olduğum için incelediğim diyet protokollerine daha geniş bir açıdan bakma şansım oldu. Kimin glütensiz beslenmesi, kimin süt ürünlerini tamamen ya da belirli bir süre için kesmesi, kimlerin ise kesinlikle bu besinlerden uzak kalmaması gerektiğinin durumuna göre belirlemenin en akılcı yöntem olduğunu artık biliyorum. Bilinçsiz şekilde bazı besin gruplarından uzak kalmanın faydalı mikroplarımızı, dolayısıyla hücrelerimizi aç bırakmamıza neden olduğunu ve bu şekilde beslenmenin bize nasıl zarar verebileceğini anlatmaya çalışıyorum.

Bu kitabı yazarken o kadar çok bilimsel makale okudum ki, referans listemi editörüm gördüğünde doktora tezi yazmak üzere olduğumu söyledi. Sonrasında herkesin çok daha rahat okuyabileceği ve anlayabileceği bir şekilde yazdıklarımı düzenleme ve sadeleştirme yolunu seçtim. Bununla birlikte bu kitabın okurları arasında daha detaylı bilimsel referanslara ulaşmak isteyenler olursa bana her zaman e-posta yoluyla ulaşabilir.

Yazmaya başlayan ben ile kitabın sonuna gelen ben, hem bilgi hem de bilinç açısından çok farklı kişilerdi. Vermek istediğim mesaj değişmedi ama kitabı yazma sürecinin beni de eğittiğini söyleyebilirim. Günlerce arayıp ulaşamadığım bilimsel çalışmalar bazen şans eseri önüme geldi. Zor, sancılı bir süreçti ama bana çok şey kattı. Sizlere aktarmaya çalıştığım bilgileri akademik olabilecek kadar titiz ve bilimsel bir çalışmadan süzerek herkes için kolay anlaşılır, faydalı, açık ve özet bilgiye dönüştürmeye çalıştım.

GAPS, FODMAP, SIBO, Candida gibi eliminasyon diyetlerinde besin çeşitliliği ciddi anlamda kısıtlanır. Kişiler bu diyetleri şikâyetleri geçinceye kadar uygulayabilir. Bu tür diyetler bir sağlık uzmanı tarafından takip edilmelidir. Şikâyetler geçtiğinde eliminasyon diyetinden çıkılarak yasaklı besinler vücuda yeniden tanıtılmalı ve çeşitli, renkli ve sürdürülebilir bir beslenmeye geçilmelidir. Yaşadığımız coğrafyaya özgü topraktan gelen mahsuller ve yemek kültürümüz sindirim sistemimizi kaplayan mikrop çeşitliliğinin kaynağıdır. Bu nedenle sürdürülebilir beslenmede yerel, kültürel ve geleneksel olana sahip çıkarak mikroplarımızın nesilden nesile sağlıklı bir şekilde aktarılmasını sağlayabiliriz.

Sağlıklı beslenmeyi sadece maddi olanaklara sahip olanların hakkı gibi gören yeni moda akıma karşın, atalık tohuma, tam tahıllardan baklagillere kadar tüm besin gruplarına “nimet” gözüyle bakabilen eski bakış açımıza dönebilmeliyiz. Elbette işlenmiş ve hazır gıdalardaki zehir ve riskleri iyi öğrenerek, neyin gerçek besin, neyin besin kılığında zehir olduğunu fark ederek bunu yapmalıyız. Umarım bu farkındalığın yaratılmasında benim de bir payım olur.

Bağırsak sistemini onarmak için üçüncü bölümde önerdiklerim hiçbir sağlık sorunu olmayanların, gelişme çağındakilerin ya da hamilelerin belki ilgisini çekmeyebilir. Ancak beşinci bölümdeki sürdürülebilir beslenme kısmı size çok şey ifade edecektir. Antibiyotik ve zehirli kimyasallarla dolu bir dünyada yaşadığımızı artık hepimiz biliyoruz. Bizim herhangi bir sorunumuz olmasa da ailemizde, sevdiklerimizde maalesef bu tür rahatsızlıklarla karşılaşabiliyoruz. Bu bilgilere sahip olmak her koşulda işimize yarayacaktır.

Tüm hastalıkların tek nedeni elbette bağırsak mikroplarımız değildir. Kronik hastalıkların oluşma sürecinde genetik, sigara-alkol kullanımı, stres, kişilik yapısı, çevre, beslenme gibi pek çok etken söz konusudur. Ancak güncel bilimsel çalışmalar bağırsak ile bağışıklık sistemi ve tüm organlar arasında sandığımızdan çok daha fazla etkileşim olduğunu, mikroplarımızın vücudumuzda pek çok metabolik süreçte aktif rol oynadığını gösteriyor.

Kitapta kolay anlaşılması açısından faydalı/dost mikroplar ve zararlı/patojen mikroplar terimlerini kullandım. Mikrobiyotamız öylesine gizemli, kendi içinde sürpriz değişimlere ve önceden kestirilmesi zor olan dengelenme sistemlerine sahiptir ki, bazen dost bildiğimiz bir mikrop, vücuttaki dengenin bozulmasının ardından hastalık yapabilen tarafa geçebilir. Ya da bir mikrop bulunmaması gereken bir yerdeyse bağışıklık sistemimiz güçsüzleştiğinde fırsatçı kesilerek iltihabi bir süreci başlatabilir. Mikrobiyota terimi için aslında dost ya da zararlı mikrop tanımını kullanmak artık bilimsel kabul edilmiyor, ancak anlaşılır olabilmek adına bu terimleri kullanmak zorunda kaldım. Bağışıklık sisteminin zayıf ya da güçlü olması da mecazi bir anlam taşıyor. Sağlıklı olmayı tek bir sözcükle anlatmak istesem denge diyebilirim. Denge ister bağırsak mikroplarımızda, bağışıklık sistemimizde, ister duygu ve düşüncelerimizde olsun, bizi sağlıklı kılan tek gerçek durumdur.

Sindirilmemiş her besin hastalıklara davetiye çıkarır.
Sindirilmemiş her duygu bizi hasta eder.
Sağlık; ruhen, zihnen ve bedenen bütüncül bir “denge”de olma halidir.

İlham ve şifa olması niyetiyle…
Fitoterapist Ecz. Elif Kaya
Instagram: @gapsdiyet
Youtube: Elif Kaya ile Sağlıklı Yaşam
Facebook: Elif Kaya ile Sağlıklı Yaşam
www.elifkaya.com.tr

Önceki Uzm.Ecz.Elif KAYA Yazıları

Bu kategoride başka yazı bulunmamaktadır.