Yine uçaktayız, yine kemerlerimizi bağlıyoruz. Bu kez alışık olduğumuz Avrupa seyahatlerinden daha uzun süre belimizde duracak çünkü yaklaşık 11 saatlik bir uçuş bu gün bizi bekliyor. Günümüzü 7 saat daha uzatacak bu uçuş bu sefer New York’a özgürlükler ülkesinin dünya başkentine yapılıyor. Koltuğumuza yaslanıyor ve Türk Hava Yollarının konforlu uçağı ile yolculuğumuza başlıyoruz. Leziz ikram ve yemekleri bol seçenekli filmleri ile ara sıra uyuyarak, ara sıra gazete okuyarak özlem duyduğumuz zoraki dinlenme süremizi uçuşta dolduruyoruz. 11 saat cep telefonumuzun çalmamasından da şikayetçi değiliz.. Tekerlekler New York JFK Havalimanına indiğinde ilk dikkatimizi çeken pist kenarındaki geniş Amerikan arabaları. Biz bunları filmlerde de görüyorduk. Bakalım bu bir hafta içinde daha neler göreceğiz.





Havalimanında uzun sürmeyen gümrük işlemlerinden sonra dışarı adımımızı attık, harika bir sonbahar esintisi, yazın sıcağından eser yok, bu New York ve bizim için büyük şans. Özel aracımızla şehir merkezindeki otelimize ilerliyoruz daha doğrusu ilerlemeye çalışıyoruz. Trafik her büyük şehirde olduğu gibi New York’ta da sorun ancak Manhattan adasına Queens, Brooklyn ve New Jersey’e bağlantıları hem nehirlerin üstünden hem de nehirlerin altından sağlanıyor. Ulaşım oldukça gelişmiş. Kare kare sokaklar geniş caddelerle muntazam olarak bölünüyor. Trafik düzeni her caddede bir sağ bir sol istikamet olmak üzere tek yön olarak organize edilmiş. Bu şehirde kaybolmak neredeyse imkânsız. Dünyayı bölen meridyen ve paraleller gibi gideceğiniz adresi bu şekilde belirleyebiliyorsunuz.





30 dakika süren bir yolculuktan sonra New York’un sembollerinden biri olan Empire State Binasına sadece 1 blok uzaklıktaki otelimize yerleşiyoruz. Otelimiz konser ve spor karşılaşmaları ile ünlü Madison Square Garden’ın tam karşısında, New York’un tam kalbinde kalıyoruz. Şehir elimizin altında, her yere yürüyerek gidebileceğiz. Bu gerçekten harika… Grup rehberimiz Koray Bey’in verdiği 30 dakikalık bir dinlenme molasından sonra New York’a hoş geldiniz toplantısı düzenliyoruz. Koray Bey 26 yıldır Amerika’nın popüler şehirlerine kapalı grupların turlarını bizzat kendi organize ediyor. Bu turu da o organize etti. “New York’ta keşfedilmeyen tüm yerleri birlikte ziyaret edeceğiz, değişik dünya mutfaklarından tadacağız ve şehri bir şehirli gibi gezeceğiz” diyor. Biz de peşine takılıp bu dünya başkentinin kaldırımlarını çiğneyeceğiz. Merakla bekliyoruz.





Otelden dışarı çıktık, ilk hedefimiz her şeyin 1 Dolar ve üstünde satıldığı New York’un sudan ucuz mağazası Jack’s Dollar Buster’a giriyoruz. Burada yok yok, her şey ne kadar ucuz. Evden almayı unuttuğunuz malzemeleri buradan almak akıllıca çünkü gıdadan tekstile, giyimden elektroniğe kadar her kalemi komik rakamlarla alabiliyorsunuz. Buraya daha sonra mutlaka gelmemiz lazım, aklımızın bir kenarına yazdık.





İkinci durağımız Times Square. Burası neon ışıkları ile büyülü bir dünya. Adını New York Times Gazetesinden alıyor ve tarihi 1904’lere dayanıyor. Reklam panolarının ve ışıkların dansı göz alıcı. Her milletten her ırktan insan var, tabi ki Türkler de. İlk durağımız Hard Rock Cafe. Burası bir kafeteryadan çok müze havasında. Beatles Grubunun 1965 Amerika turnesinde kullandıkları çantalar ve takım elbiseleri, imzalı plakları, Elvis’in kostümleri Hard Rock Cafe’de duvarları süslüyor. Times Square’in merdivenlerinde oturup gelen geçeni ve bu büyülü dünyayı buradan izlemek çok keyifli. Dünyanın merkezi burası olmalı. Oteller, alışveriş mağazaları, ara sokaklarında dünyaca ünlü tarihi Broadway şov binaları, sanki şehirde değil de film setindeyiz.









Kuzeye doğru Broadway üzerinden yürüyoruz, bugün Apple I-phone 6 lansmanı yapıldı, acaba satışa çıktı mı diye merak ediyor ve Amerika’nın en büyük Apple satış mağazalarından biri olan Apple Store 5th Avenue’e uğruyoruz. O da ne? 15 gün önceden kamp kurmuş bir grup insan kapının önünde yatıp kalkıyor. Önce “homeless” (evsiz) zannettik ama tahmin ettiğimiz gibi bu insanlar haftalar öncesinden sıraya girmişler. Yağmur altında değer mi? Onlara göre evet. Kapıda bir görevli I-Pad’e bir şeyler yazmış. “19 Eylül’e kadar heveslenmeyin I-Phone 6 yok”. Elimiz boş dönüyoruz. Jetlag yavaştan etkisini gösteriyor, karnımız acıktı ve uykumuz geldi. Kendi makarnanı kendimizin yarattığın Bread Factory’da inanılmaz lezzetli makarnamızı yedik ve ünlü Rocafeller Center’ı ziyaret ederek 5th Avenue üzerinden otelimize geri döndük.





Sabah ilk işimiz 1 hafta boyunca bizlere metro ve otobüslerde sınırsız iniş biniş hakkı veren Metrocard’ları almak oldu. 31 Dolar karşılığında aldığımız bu kartlar, metrolarda bizlere elektronik geçiş hakkı sağlıyor. Bundan sonra kartlar cepte, New York kazan, biz kepçe…





New York dünyanın olduğu kadar kültürün de başkenti. Dünyanın sayılı müzelerinden biri olan Metropolitan Museum of Art’da resmen kültüre doyduk. Amerika, Afrika, Çin, Kore, Japon, Okyanusya, Mısır, Astek, Yunan, Orta Doğu, Uzak Doğu, Asya, Avrupa medeniyetlerine ait ne kadar önemli eser varsa hepsi bu müzede. İslam eserleri galerisinde Koç Ailesinin müzeye kazandırdığı bölümü görünce gururlandık ve kendilerini andık. Müzeye 3 gün ayırsak az gelir.





Sırada komşu Central Park var. Şehrin içinde bir orman yaratılır mı? Yanıt evet. Kendine ait bir ekosistem göller kafeler yürüyüş yolları patikalar, bu nasıl bir peyzaj bu nasıl bir çevre düzenlemesi. Doğal yaşam bu kadar mı güzel korunur. Sonbaharda burayı hayal ediyoruz da, burası her mevsim güzel olmalı. Para ve bağış karşılığında bale yapanlar, opera söyleyenler, illüzyonistler kimin ne becerisi varsa hepsi burada görücüye çıkıyor. İzlemesi çok keyifli. Patikaları yürüdükten sonra bir kafede soluklanıyoruz. Çay istiyoruz doğal olarak. New York’un cheesecake’i ünlüdür, ilerleyen günlerde yiyeceğimizi söylüyor rehberimiz. Filmlerden tanıdığımız Sheep Meadow alabildiğine çimenlik bir alan, sanki yayladayız. Burada kalmak istiyoruz. Sincaplar kuşlar sanki masallar diyarı. Şehirde olduğumuzu unutuyoruz.










Akşam yemeğimiz için Meksika’nın ünlü yemeği Taco’yu denedik. Bu lezzet çok başarılı. Taco Bell bu işi gerçekten iyi biliyor. Biz kıtır olanından yedik, bir daha da yeriz. Çok güzeldi. Bu akşam Empire State hüzünlü çünkü ertesi gün 11 Eylül’ün yıl dönümü sebebi ile anma törenleri organize edilecek. Bu nedenle bina “Siyah ışıklar” temasına büründü. Empire State ülkelerin önemli ve anlamlı günlerinde o ülkenin bayrağı renklerine bürünüyor. Örneğin 29 Ekim’de renkleri beyaz ve kırmızıdır. Ne kadar anlamlı değil mi? İnsanlar bu şehirde her zaman kendilerinden bir parça buluyor. Belki de ondan bu kadar çok seviliyor ve bu kadar çok popüler.





Ertesi gün 11 Eylül’ü anma törenleri sebebi ile Ground Zero taraflarına indik ancak tören alanına sadece yaşamlarını yitiren ailelerin yakınları alınıyordu, duygusal bir tören yapıldığını televizyonlardan takip ettik. Burada sınırsız bir hoş görü var. Olayları protesto edenler ellerinde pankartlarla müdahale olmadan serbestçe dolaşabiliyorlar. İkiz kulelerden sonra Amerikan toplumu Ground Zero için ikiye bölündü. Kimi buranın ulusal bir park olarak bırakılmasının doğru olacağını savundu, kimileri de yıkılan kulelerin yerine yenisinin yapılması fikrini. Sonuçta her iki kesimin dediği oldu ve bugün yıkılan kulelerin yerine 9/11 Memorial isimli bir ulusal park inşa edildi. Gökdelenlerin temelinde bugün, içine su dökülen kaskatlı iki adet dev havuz yer alıyor. Havuzun her kenarında saldırılarda yaşamlarını yitiren kişilerin adları yazıyor. Bu yıl yeni açılan müze de bir yandan ziyaretçilerini ağırlıyor. Burada insanlar hüzünlü ve herkes olması gerektiği gibi davranıyor, sükun içinde bu alanı geziyor. Burası Amerikalılarca bir ulusun aileye dönüştüğü yer olarak anılıyor.





Ground Zero’ya gelmişken elimiz boş dönmeyelim dedik ve New York’un ünlü indirim mağazası Century 21’e uğradık. Burası bildiğiniz tüm markalı ürünleri, Türkiye’deki fiyatları ile kıyasladığımızda %75’lere 80’lere varan indirimle alabileceğiniz muhteşem bir mağaza. Burada bu fiyatlarla alışveriş yaparken kendinizi kaybedebilirsiniz. Akşam yemeğimizden sonra sıra Brooklyn Köprüsünü yürüyerek geçmeye geldi. Bu deneyimi yaşamak çok güzel. Manhattan arkamızda küçüldükçe manzara daha da güzelleşiyor. Bu akşam Manhattan’ı, yıkılan kulelerin tabanından gökyüzüne yükselen 2 mavi projeksiyon süslüyor. Bulutlara yansıması ve bulutları parlatması inanılmaz büyüleyici. Bu manzarayı karelere sığdırmaya çalışıyoruz.









Sırada, Brooklyn Dondurma Fabrikasının leziz dondurmalarını test etmek var. Tamamen saf ürünlerin kullanıldığı bu fabrikadaki dondurmalar çok ama çok lezzetli. Amerikalıların “Banana Split” tatlısı ise muhteşem.





Woodbury Common Premium Outlets, zaten başlı başına “ucuz alışveriş = Amerika” kavramını daha da pekiştiriyor ve ezber bozuyor. Burası adeta küçük bir indirim kasabası. Türkiye'de ödediğiniz bedelin dörtte biriyle satın alabileceğiniz dünyaca ünlü markaların var olduğu bir kasabadan söz ediyoruz. Alışverişi sevmeyenleri bile baştan çıkaran bir merkez. Öyle ki, dünyanın dört bir yanından sadece Woodbury Common'da alış veriş için New York'a gelen insanların doldurduğu bir outlet merkezi burası. Elektronikten aksesuara, modadan neredeyse bedavaya gelecek “clearance” ürünlerine kadar her şeyi burada çok ucuza bulabiliyorsunuz. Burada geçirdiğimiz zamanın farkına dahi varamadık. Hızımızı alamayıp yol üzerinde bulunan diğer alışveriş mağazalarına da uğradık. Otele gece geç saatte tam ulaşmak üzereyken Madison Square Garden’daki konserden dağılan insanların arasında kaldık. Onbinlerce insan Manhattan’a eğlenmeye geliyor. Ellerimizde paketler ve ekstra bavullarla odamızın yolunu tuttuk.





Rotamızı bugün paranın ve finansın kalbine Wall Street’e çeviriyoruz. New York Borsası ve Amerika Birleşik Devletlerinin Finans devleri burada bulunuyor. Etkileyici sokakları bugün sadece bizim gibi turistlere ait. Elinde çantası olan brokerları ve finans uzmanlarını bugün burada göremiyoruz. Yani dolar bugün tatilde. Yürüyüşümüzü South Street Seaport üzerinden yapıyor ve Titanic Memorial’a ulaşıyoruz. Titanic faciasında hayatlarını kaybedenler anısına dikilmiş bir deniz feneri burası. Eğer gemi batmasaydı muhtemelen buraya yanaşacaktı ve sıradan gemiler kategorisinde yer alacaktı. Titanic bugün bir efsane.





Çin Mahallesine ulaştığınızda kendinizi bir an Çin’de zannediyorsunuz. Yiyecek ve meyve tezgahları, elektronik ve hediyelik eşya mağazaları ne ararsanız burada var. Yemek çok ucuz, öyle yılan börtü böcek yok, gayet de lezzetli New York işi yemekler de var ama hakkımızı İtalyan Mahallesine saklıyoruz. Çin Mahallesinden Little İtaly’e geçiyoruz ve buradaki ünlü Ferrara Pastanesine oturmak için sıra bekliyoruz. Uzun bir bekleyişten sonra kafede New York’un ünlü Cheesecake’i ile turtalarından tadıyoruz. Gurmelerin damak çatlatan tat dedikleri tat var ya o işte bu olsa gerek.









Yol boyu dizilmiş yiyecek tezgahları çok güzel ama karnımız tok, yanlarından yiyecekleri sadece selamlayıp geçiyoruz. Açken görüşmek üzere.. Bir daha buralara gelir miyiz acaba? Aklımız İtalyan yemeklerinde kaldı.




New York’un ulaşım ağı muhteşem demiştik, Grand Central Station da muhteşem. Yolculuk yapmasanız bile bu istasyona gelmelisiniz. İstasyonun içindeki kapalı çarşı size İstanbul Mısır çarşısından bir deneyim de sunuyor. Havyar, peynir, balık, ekmek, zeytin, baharat, kuruyemiş yani burada yok yok. Yolumuz Birleşmiş Milletlere düşüyor. 42. Cadde boyunca yürüyüp dünyaca ünlü ilaç firmalarının ana merkezlerinin önünden de geçtik. Buradan bizim oralara uzanan bir süreç. Birleşmiş Milletler’de Habitat ve iklim konferansı için hummalı bir çalışma var. Yoğun güvenlik önlemleri, kapısının önünde yol tadilatı ve çevre düzenlemesi ile burası tam bir curcuna. Karşısında bulunan Turkish Center’da gönderde bulunan Türk bayrağı ile milli duygularımız kabarıyor.




New York’a gelip de Örümcek Adam Filminin çekildiği teleferiğe binmemek olmaz, gece doyumsuz East River manzarası eşliğinde Roosevelt Adasına teleferikle ulaştık. Manzara o kadar güzel ve büyüleyici ki yolculuğa doyamadık ve tekrar teleferikle geriye döndük. İstanbul’un Nişantaşı neyse New York’un 59. Caddesi üzerindeki mağazalarının önünden yürüyerek geçtik ve otelimize geri döndük.




Ertesi gün sadece New York’un değil Amerika’nın sembollerinden biri olan Özgürlük Anıtına doğru yola çıktık. Battery Sea Park’a geldiğimizde gemi sıramızı beklerken Afrikalılar, geleneksel Afrika enstrümanları ile İstiklal Marşımızı çaldılar ve tabi ki iyi bir bahşişi de bizden kaptılar. Gemi ile süren yaklaşık 15 dakikalık bir yolculukla Özgürlük Heykeline ulaşıyoruz.







Bakır levhalardan yapılmış bu heykel Fransızların Amerikalılara hediyesi. Buraya gelip de hatıra fotoğrafı almamak olmaz, Türkçe konuştuğumuzu gören bir Türk bize yardımcı olup grup fotoğrafımızı çekti.








Hava inanılmaz güzel ve fotoğraf için bundan daha güzel bir gün düşünemiyoruz bile. Adanın kafeteryasında çaylarımızı yudumladıktan sonra, New York'u dünyanın en kozmopolit kenti diğer bir deyişle ona “dünya başkenti” sıfatını kazandıran Ellis Island'a tekrar gezi motorları ile ulaşıyoruz. Burası, 1 Ocak 1892 yılından 12 Kasım 1954 yılına kadar dünyanın her ülkesinden Amerika'ya iş için gelmiş insanların hüzün ve umut dolu yolculuklarının anlatıldığı eşsiz bir müzeyi ve insanların hatıralarını barındırıyor. Orijinal galeri ve eşyaların, bilgisayar destekli animasyonların, birbirinden etkileyici 3 boyutlu diyagramların yer aldığı bu müzede dünya tarihine anlamlı bir yolculuk yaptık ve buradaki sinemada göçle ilgili hüzünlü bir belgeseli izledik.





New York 3 katlı bir şehir. Yeryüzünde, gökyüzünde ve yerin altında yaşam 24 saat sürüyor. Sırada New York’u gökyüzünde yaşamaya geldi. Otelimize yürüyüş mesafesinde olan Empire State’in 86. Katına iki aşamada hızlı asansörlerle tırmanıyor ve tüm New York’u gece gözlemliyoruz. Şehir hatta dünya ayaklarımızın altında.









Bu aktivite, ölmeden önce yapılacak aktivitelerin başında gelmeli. New York’a bu şehre bir kez daha aşık oluyorsunuz. Binadan çektirdiğimiz hatıra fotoğrafını alıyor ve bizleri kapıda bekleyen özel limuzinimize biniyoruz. Limuzin bizi ünlü Times Meydanından geçiriyor, Times’daki meraklı bakışlar üzerimizdeyken kendimizi bir an Acun Ilıcalı’nın Survivor yarışma ödülünü kazanmış gibi hissediyoruz. Limuzin şoförü Türk olduğumuzu duyunca bize daha bir sempatik davranıyor ve bizi sevdiğini söylüyor. New York bizler için aynı zamanda mesleki anlamda da bir takım incelemeler sundu. Örneğin ülkenin en büyük eczane – market konseptinde hizmet veren Duane Reade, Walgreens, CVS ve Rite Aid gibi kurumsal firmaların mağazalarını yakından inceleme fırsatını da yakaladık. Eczaneler 24 saat açık ve halkın hizmetinde. Uyumayan şehirde bu mağazalar da uyumuyor yani.





Bryant Park’ı, Harlem’i, kütüphanesi, onlarca müze ve sanat galeri ile dünyanın kültür, ticaret, eğlence, finans, eğitim, finans şehri dünya başkenti New York’u 1 haftaya zor sığdırdık, biz bu şehre doyamadık. Rehberimiz New York'u hem çok iyi tanıyan hemde çok seven biri olunca gezi çok farklı bir boyut kazandı tabi. New York'u öğrenerek, güzelliğinin tadına vararak yaşadık. Kısaca dünya başkenti, ''en''ler şehri New York mutlaka görülmeli. Bize bu güzelliği yaşatan İzmirli Deren Koray Turizm şirketine, rehberimiz ve şirketin yöneticisi Koray Altan 'a candan ve içten teşekkürlerimi sunuyorum. Bu gezide benim dışımda birlikte olduğum diğer eczacı meslektaşlarım Ümran Civan, Minay Civan, Birsel Gültekin, Şule Yurderi de benimle aynı duygu, düşünce ve güzellikleri yaşadılar. Her yaz tatilinde bu programın üç hafta süreyle öğrenciler için de yapıldığını biliyorum. Bu nedenle çevremde ki tüm öğrencilere Londra ve New York yaz okulları programlarına katılmalarını tavsiye diyorum. New York’a ilk fırsatta tekrar geleceğim ve bu güzellikleri tekrar yaşayacağım ve tabiki ucuz alışveriş fırsatını da kaçırmayacağım.

Önceki BİZDEN GELENLER Yazıları