
İnsan psikolojisi ile ilgili farklı durumlara yer veren filmler, doğal olarak hepimizin ilgisini çekiyor. Romanlar, kitaplar, tiyatro oyunları ve sinema filmleri, çoğunu daha önceden bilmediğimiz ilginç ruh hallerini ve hastalıkları tanımak için adeta bir rehber görevi görüyor.
İNKÂR EDİLEN KÖRLÜK: ANTON SENDROMU
Nöroloji biliminde, fazla yaygınlaşmadığı için henüz biz doktorların bile pek aşina olmadığı değişik hastalıklar tanımlanmıştır. Bu hastalıklardan “Anton Sendromu”nu meşhur eden, David Eagleman’ın yazdığı Incognito: Beynin Gizli Hayatı adını taşıyan kitaptır.
“Sözgelimi, beynin kanlanmasındaki bir soruna bağlı olarak körlüğün geliştiği Anton Sendromu’nda hasta göremediğini inkâr eder. Hastane yatağının çevresinde toplaşmış doktorlar hastaya ‘Şu anda yatağınızın çevresinde kaç kişi var?’ diye sorduğunda, aslında 7 kişi olduğu halde hasta, büyük bir güvenle ‘4’ yanıtını verecektir. Doktorlardan biri ‘Kaç parmağımı kaldırdığımı söyleyebilir misiniz?’ diye sorduğunda ‘3’ diyecek, oysa doktor o sırada hiç parmak kaldırmamış olacaktır. Rengi mavi olan gömleğin rengi sorulduğunda da ‘Beyaz’ yanıtını verecektir. Bu insanların yaptıkları, kör değilmiş gibi davranmak değildir; kör olmadıklarına yürekten inanmakta, durumlarını yürekten inkâr etmektedirler.”
“Sözel ifadeleri kusurlu olmakla birlikte, yalan değildir. Görme olduğunu sandıkları bir deneyim yaşamaktadırlar gerçekten de; ancak görüntü tümüyle içeride üretilmektedir. Anton Sendromlu hastalarda sık görülen bir durum, hastalığa neden olan beyin kanaması ya da damar tıkanıklığı gerçekleştikten bir süre sonrasına kadar tıbbi yardıma başvurmamalarıdır. Çünkü kör olduklarının farkında bile değildirler. Bir şeylerin ters gittiğini anlayana kadar genelde epeyce eşyaya çarpmaları gerekir. Hastanın verdiği yanıtlar tuhaf gelse de bunlara kurmuş olduğu içsel model çerçevesinde bakmak gerekir. Beyin kanlanmasında yaşanan sorundan dolayı dış veriler doğru yerlere ulaşamamakta, hastanın yaşadığı gerçeklik duyusu da, büyük ölçüde beyninin ürettiğiyle sınırlı kalmaktadır. Bu gerçekliğin, gerçek dünyayla pek az bağlantısı kalmıştır artık. Hastanın deneyimlerinin, bu anlamda rüya görmekten ya da uyuşturucuya bağlı ‘uçuşlardan’ farkı kalmamıştır.”
BEYNİN SIRLARINI ELE ALAN FİLMLER İLGİ GÖRÜYOR
Beynin tüm sırlarına vakıf olamadığımız için kitaplar gibi ilginç hastalıkları konu eden sinema yapıtları da çok ilgi görüyor. Mesela, her ne kadar 18 yaşından büyüklere yönelik bir film olsa da Türkiye’de ve dünyada gençler başta olmak üzere milyonlarca kişinin izleyip etkilendiği “Joker” (2019) pek tanınmayan bir nörolojik hastalığı, “Patolojik Gülme ve Ağlama”yı (PGA) gündeme getirdi. Filmi izleyenlerin çoğu, gerçekten böyle bir hastalık var mı diye merak etti.
Seyircinin hikâyeden öğrendiği, uygunsuz ortamda gelen zamansız bir kahkahanın mutluluk getirmek bir yana, çok büyük sorunlar bile çıkartabileceği oldu. Gerçekten de çevremizde olup bitenlerle uyumlu olmayan bir kahkaha, eğer kişinin kendisi tarafından kontrol edilemiyorsa, oldukça önemli bir soruna dönüşebilir. Aslına bakılırsa biz nörolojide, kahkahasını kontrol edemeyen hastalar ile birlikte, kendi kontrolü dışında gülme ve ağlama nöbetleri geçiren vakalara da sıkça rastlamaktayız. Bu nedenle, çeşitli nörolojik hastalıklarla bağlantılı olarak PGA, biz hekimlerin aşina olduğu rahatsızlıklardandır.
PATOLOJİK GÜLME VE AĞLAMA
PGA bir uyaran olmaksızın birdenbire, abartılı olarak ortaya çıkan, kontrol edilemeyen gülme veya ağlama ataklarının veya her ikisinin birden görüldüğü durumdur. Fransız nörolog Charles Fere tarafından 1903 yılında “Fou rire prodromique” (Kontrol Edilemeyen Gülme Atakları) adı ile bildirilmiş olan PGA için, çok yaygın olarak emosyonel labilite, emosyonalism, emosyonel disregülasyon, daha az sıklıkta ise emosyonel inkontinans veya patolojik duygusallık terimleri kullanılmaktadır. Daha çok inme geçiren bireylerde görülebilen PGA, Alzheimer hastalığı, travmatik beyin yaralanması, amyotropik lateral sklerosis, epilepsi, multiple skleroz (MS), beyin tümörü, vasküler malformasyonlar ve Parkinson hastalığı olan hastalarda da görülebilmektedir.
PGA, santral sinir sistemi bozukluklarının bir çeşidi olarak davranışsal bir durumdur. PGA’nın özelliği gülme ve ağlamanın sürekliliği ve spontan olmasıdır. Hastalarda gülme ve ağlama her ikisi birden görülebildiği gibi, gülmeden ağlamaya geçiş ya da ağlamadan gülmeye geçiş şeklinde de görülebilmektedir. Fakat patolojik ağlama, gülmeye göre daha yaygın olarak görülmektedir. Hastalar tarafından gülme ve ağlamanın süresi ve şiddeti kontrol edilememektedir.
Bu durumdaki hastalar, mutluluk veya üzüntü olmaksızın sıklıkla gelen aşırı ağlama nöbetlerinden dolayı acı çekerler. Dolayısıyla inme sonrasında duygu kontrol bozukluklarının uygun yöntemlerle tedavisi oldukça önemlidir. Bu tarz rahatsızlıkları olan kişiler genellikle sosyal ortamlarda dışlandıkları için izole olurlar. Çoğunluğu ileri yaşlardaki kişilerdir ama imkân varsa her yaştan hastanın yanında refakatçisinin bulunması kalabalık ortamlarda kişi için hayati önem taşıyabilir; ki bunu filmde de gördük.
SANATLA TANIMLANAN RUH HALLERİ
Sinemadan esinlenen kimi sendromlara dönecek olursak, ilk akla gelenlerden biri “Truman Show” (1998) olacaktır. Peter Weir’in yönettiği, başrolünü Jim Carrey’nin oynadığı 1998 yılı yapımı film, bizi gözetlenmenin doğamızı bozup bozmadığı sorusundan yakalayıp yaşamın tümüyle bir illüzyon olup olmadığını düşünme noktasına kadar götürdü. Hayatı 24 saat boyunca kesintisiz olarak yayınlanan ve bundan habersiz olan Truman adlı adamın hikâyesi ile birlikte modern yaşamın cilvesi olan “Truman Sendromu”ndan bahsetmeye başladık.
MANİPÜLASYON SANATI
Bir psikolojik manipülasyon ve taciz yöntemi olan “gaslighting” ise adını, Patrick Hamilton’ın “Gas Light” (Gaz Lambası, 1938) ismini taşıyan ve filme de çekilen tiyatro oyunundan aldı. Oyundaki erkek karakter eşini deli olduğuna ikna etmeye çalışıyor ve gaz lambasını söndürdüğünde eşi bunun gerçek değil uydurulmuş bir şey olduğunun farkına varıyordu. Böylece öğrendik ki, gaslighting yaşanan ikili ilişkilerde baskın olan birey idealleştirme, değersizleştirme ve gözden çıkarma şeklindeki üç aşamayı izliyor. Baskın ve manipüle etme amacını taşıyan birey, karşısındakine ilk olarak birlikteliklerinin harika olduğu algısını verip hayranlık safhasını yaşatır. Değersizleştirme evresinde, başında hayranlık duyulan birey sorunlu, hiç de ideal olmayan hatta hiçbir şeyi beceremeyen bir kişiye dönüştürülür. Gözden çıkartma safhasında ise mağdur terk edilerek yeni arayışlar içine girilir. Bu şekilde baskıya maruz kalan kurbanlar çoğu zaman kendilerini gerçekte suçlu olmadıkları halde özür dilerken bulabilirler.
GARİP BİR EL BULGUSU
“Yabancı El Sendromu” (YES) ilk kez 1972’de tanımlanan nörolojik bir bulgudur. İlk kez beyninde Corpus Callosum tümörü bulunan üç hastada gözlemlenerek, S. Brion ve C.P. Jedynak isimli yazarlar tarafından “Garip bir el bulgusu” olarak nitelendirilmiştir. Bu hastalık ayrıca Uzaylı El Sendromu, Dr. Strangelove Sendromu ve Anarşik El gibi isimler de almaktadır. Bu sendromda hastalar ellerinin bilinç ve istekleri dışında konumlandığını, sanki bir başkasına yani bir yabancıya aitmiş gibi hareket ettiğini belirtmektedir. Kimi zaman hastaların ellerinin kendi uzvu olmadığını düşünüp bağımsız bir karakter olduğunu varsayarak ona isim verdikleri de görülmüştür. Bu sendromun ilerleyen seviyelerinde nadir de olsa elle aynı taraftaki alt ekstremite uzvu da bu durumdan etkilenmektedir.
Elin kontrol edilememesi, bu sendromun en belirgin semptomudur. Anarşik El, sanılanın aksine oldukça güçlüdür, yetersiz değildir. Yalnızca kişinin eli, amacına hizmet etmez ve kimi zaman bireyin hâkimiyeti dışında hareket eder. Merak edenler için söyleyelim: Yabancı El Sendromu’nun net bir nedeni yoktur. Yalnızca beynin motor kısımlarıyla alakalı bir sıkıntıdan olduğu öne sürülmektedir. Bu da ilginç bir hastalıktır ve diyet yaparken ağza yemek götüren, sigarayı bırakmışken istemsizce sigara yakan, sabah giyinirken düğmeleri tekrar açmaya çalışan örnekler kayıt edilmiştir.