Yazın kavurucu sıcaklarından kaçıp daha serin bir hafta sonu geçirmek için Tuna’nın kraliçesi Budapeşte tam size göre olabilir. Elimde bir Budapeşte kitabım, bir turistik haritayla 3 gün gezdiğim bu güzel şehirdeki deneyimlerimi sizlerle paylaşmak istedim…
Macaristan’ın başkenti olan Budapeşte; Tuna nehrinin iki yakasındaki Buda, Peşte ve Eski Buda’nın birleşmesiyle 1873 yılında adını almış. Yaklaşık 2 milyon nüfusa sahip şehir bana göre Viyana-Budapeşte-Prag üçlüsünün en güzeliydi.
Kanuni Sultan Süleyman’ın 1526’daki Mohaç Savaşı’yla 150 yıllık bir Osmanlı hakimiyeti süren Buda (Budin), 1699 yılında imzalanan Karlofça Anlaşması’yla Türklerin hakimiyetinden çıkmış. Daha sonra kentin gelişimine önem veren Habsburg Haneda’nı ve İmparatoriçe Maria Theresa’nın katkılarıyla 18. Yüzyılda şehir Barok tarzıyla yeniden inşa edilip gelişimine büyük önem verilmiş.
II. Dünya Savaşı sırasında Almanya’nın işgaline uğrayan Macaristan 1945’de Sovyetler Birliği’nin Almanya’yı yenmesiyle komünist yönetim altına girmiş ve 1988’e kadar tam özgürlüğüne kavuşamamış. 1999’da Nato’ya katılıp 1 Mayıs 2004’te tam AB üyesi olmuştur.
Ancak para birimi olarak hala Forint kullanılmaktadır. 1 Euro yaklaşık 290HUF’dur. Avrupa’da hemen hemen bütün ülkeler, Hint-Avrupa dillerine ait bir dil konuşurken, Macarlar Ural-Altay dil Ailesinin Ural koluna bağlı Macarca’yı konuşmaktadır.
Budapeşte’de gezilecek yerlerin başında en az 1 günü Buda kısmına ayırmak gerekiyor. Gellert Tepesi ve Taban, Kale Bölgesi ve mesleğimizi de ilgilendiren Eczacılık Müzesi ile Gül Baba türbesi bu kısımda görülecek en önemli yerlerden. Aslanlı Köprünün Buda tarafında bulunan tarihi asma Feniküler ile Kale tepesine çıkarak ilginç bir deneyim yaşamak mümkün.
Buda kenti 13. yy’dan itibaren Kale ile Matyas Kilisesi çevresinde gelişmeye başlamış. Bu bölgede Kraliyet Sarayı, Matyas çeşmesi, Macar Ulusal Galerisi gezilecek yerler arasında.
Budapeşte’de pek çok yerde bulunan Osmanlılara karşı savaşmış kişilerin anıtına Kraliyet Sarayı Avlusunda da rastlamak mümkün.
Kale Bölgesinden yürüyerek Eski Buda’ya geçiyoruz. Bu bölgede Tarnek Utca sokağı No:18’de bulunan Altın Kartal Müzesi, mesleğimiz
adına ziyaret edilmesi gereken ve ortaçağ eczanesinden Eczacılık Müzesine dönüştürülen bir yer.
Bu eczane ilk olarak 1688 yılında Ferenc Ignac Bösinger tarafından açılmış ve 1740’da “Altın Kartal” adıyla faaliyet
göstermeye başlamış. Aşağıda müzenin dışında bulunan bu amblemin resmi görülmektedir.
1974’den beri eczacılık müzesi olarak faaliyet gösteren bu 3 odalı küçük müzede Rönesans ve Barok dönemlerinden porselen ve cam eczacılık malzemeleri, Latince bir Farmakope, Hipokrat ve Galenus’dan kalma reçeteler, seramik malzemeler, Macaristan’ın ilk Farmakopesi, bir kimya laboratuvarı ve daha pek çok eski eczacılık malzemeleri sergilenmektedir.
Aşağıdaki resimlerde günümüzdeki Budapeşte Eczanelerinden örnekler sunulmaktadır. Avrupa’nın pek çok şehrinde gördüğüm modern, büyük eczanelere bu şehirde pek rastlayamadım.
Eski Buda bölgesi gezisine Aziz Istvan Heykeli, Balıkçı Tabyası, Kutsal Teslis Meydanı, Labirent, Lordlar Sokağı ve Matyas Kilisesi ile devam edilebilir. Balıkçı Tabyasından Peşte’nin muhteşem manzarası izlenip Buda’nın eski sokaklarında tarihin izleri sürülebilir.
Eski Buda’dan sonra Tuna kıyısında dimdik yükselen yeşillikler içindeki Gellert Tepesi Budapeşte’nin büyüleyici manzarasının tadına varmak için en iyi seçenektir. Bu tepenin hikayesi şöyleymiş; 1046’da Hıristiyanlığı kabul etmek istemeyenler Piskopos Gellert’i bir fıçıya koyup tepeden yuvarlayarak öldürürler. Tepe daha sonra kenti kutsadığı inanılan Piskopos Gellert’in adıyla anılır ve onun anısına bir heykeli vardır. Gellert
Tepesindeki muhteşem manzara UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirasları listesine alınmış.
Tepenin aşağısında ayrıca Osmanlı’dan kalma tarihi Rac ve Rudas Hamamları, Gellert Oteli ve Kaplıcası, Taban Bölgesi gezilebilir. Taban bölgesinin adı yine Osmanlı deri ustalarının bu bölgede kösele “taban” üretmesinden gelmekteymiş.
Buda kısmında Osmanlı’dan kalma görülecek diğer bir yer ise Gül Baba türbesi ve Türk Sokağı (Török Utca)’dır. Kanuni’nin seferiyle Budin’e gelen Gül Baba burada kalmış ve Macar halkı tarafından çok sevilmiştir.
Tüm günü alan bu gezi sonrasında Avrupa’nın en güzel gece aydınlatmasına sahip Budapeşte’yi akşam bir tekne turuyla gezmek ve bu masalsı şehrin güzelliklerini bir kez daha görmek istedik.
Parlamento binası, Tuna’nın incisi Zincirli köprü ve Elizabeth Köprüsü, Kale akşamları ayrı bir güzelmiş. Gündüz de yapılan tekne turları ile eskiden Tuna’nın ortasında erişilmez bir yer olan Margit Adası’na varılabilir. Araba girişinin yasak olduğu ve Margit köprüsü ile 1869’da halka açılmış bu park, kentin ortasındaki yeşil bir sığınak olarak doğayla baş başa huzurlu yürüyüşler için ideal.
Tarihi mekanların aksine Peşte yakası sosyal, politik ve iş hayatının devam eden kısmı. Ülkenin en büyük binası olan Parlamento, Budapeşte’nin sembollerinden biri. Bir proje yarışmasıyla seçilen bu ihtişamlı Neo-Gotik eser, 1884-1902 arasında Londra’daki Parlemento Binası esinlenerek yapılmış ve bence orjinali kadar etkileyici.
Peşte yakası Andrassy Bulvarı ve Opera Binası ile Budapeşte’nin en keyifli yerlerinden. Mimarisiyle göz dolduran Opera Binası yine UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesinde alınmıştır. Yaklaşık 2.5km uzunluğundaki Andrassy Bulvarını sergileri, güzel villaları ile sonuna kadar yürüdük. Sonunda 1000. Yıl kutlamasının yapıldığı meşhur Kahramanlar Meydanı’na (Hösök Tere) ulaştık. Meydanın ortasındaki 36m’lik sütun, Kral Istvan’ın Macar tahtını kendisine sunduğunu rüyasında gördüğü baş melek Cebral’i simgeliyormuş. Bu meydandan Kent Parkına ve Avrupa’nın en büyük, en derin ve en sıcak kaplıca tesisi olan Szechenyi Kaplıcasına geçilebilir.
Parkın içinden geçerek gölün kenarına vardığımızda Vajdahunyad Kalesi , bir peri masalından çıkmış gibi karşımızda duruyordu ve çeşitli mimari üslupları ile bizi çok etkiledi.
Kahramanlar Meydanından yürüyerek meşhur New York Kafe’ye vardık. Dünyanın en güzel kafelerinden sayılan bu değişik ve güzel kafede
bir kahve içerek keyifli bir mola verdik.
Peşte’de modern şehir merkezinin kalbi ise araç trafiğine kapalı olan restaurant, kafe ve mağzaların yer aldığı meşhur yaya sokağı “Vaci Utca” da atmaktadır. Ancak bu sokak beklediğimden daha sakin ve boştu. Yinede bu sokakta keyifli ve güzel bir akşam yemeği yedik, Macarlar’In meşhur Gulaş’ının tadına baktık.
Budapeşte’yi gezerken turistlerin yoğun kullandığı Hop On Hop Off otobüsleri şehrin önemli turistik yerlerini gezmek için iyi bir alternatif oldu bizim için. Ayrıca metro, tramvay ve otobüs ağı da çok genişti. 1896’den beri hizmet veren Avrupa’nın ilk metrolarından birisi Budapeşte’de bulunuyormuş ve halen eski hali korumakta. 2002 yılında bu metro da UNESCO Dünya Kültür Mirasları listesine alınmış.
Osmanlı izlerini daha fazla görmek isteyenler Budapeşte’ye yakın Estergon’u gezi listesine dahil edebilirler. Burada Estergon Bazilikası ve Kale görülecek yerler arasındadır.
Dolu dolu 3 gün çok rahat gezilebilecek Budapeşte, tadı damağınızda bir gezi bıraktı bize ve bu güzel şehirden mutlu hatıralarla ayrıldım…
Sevgilerimle,
Ecz. Fulya Gezginci
Turuncu Eczanesi
Söke / Aydın
Pged Üyemiz Ecz. Fulya GEZGİNCİ'nin CV'sini görüntülemek için tıklayınız..