Sonbahar geldi, mevsim dönümlerinde sık sık değişen havalar nedeniyle soğuk algınlığına yakalananların sayısı hızla artıyor. Diğer taraftan başlayan eğitim dönemi ile yayılması da aynı şekilde hızlı oluyor. Ben de sık seyahatlere bağlı hava değişimi ve bazen günlük uzun süren eğitimler nedeniyle aşırı yüklenme sonucu soğuk algınlığı riski ile karşı karşıya kalıyorum. Mecbur kalmadıkça antibiyotik ve ağrı kesiciler kullanmayı sevmediğimden, bu gibi durumlarda boğazımda yanma ve halsizlik hissettiğimde hemen önlemlerimi almaya çalışırım.
Öncelikle pastiller ile mikroplara karşı hücuma geçerim. Zamanlama çok önemli; toplu taşıtlar ya da kapalı kalabalık ortamlarda bulunuyorsanız ya da yakın çevrenizde hastalığa yakalanan varsa çok daha dikkatli olunmalı. Boğazınızda herhangi bir yanma hissettiğinizde hemen önlemini almalısınız. Bu konuda en önemli ve öncelikli destek “şekersiz pastiller”. Güncel araştırmalar “şekerli boğaz pastillerinin” mikropların beslenmesi ve gelişimine yol açtığı, biyofilm oluşturarak enfeksiyonun şiddetlenmesini sağladığını ortaya koyuyor. Mikroorganizmalar, yapılarında bulunan glikozil transferaz enzimini kullanarak pastil içerisindeki şekeri biyofilm haline dönüştürüp ağız-boğaz-dişlerin üzerini kaplıyor. Oluşturdukları biyofilm üzerine yapıştıktan sonra çoğalarak hastalığa neden oluyorlar. Yani öncelikle seçilecek pastilin şeker taşımaması gerekiyor. Burada can alıcı hususlardan biri bu pastilleri kullanırken en az 1 saat süresince sakın herhangi bir sıvı içmeyin. Çünkü etkili bileşenler mideye gittiğinde yapısal değişikliğe uğrayarak bu etkisini kaybeder.
Araştırmalar mikropların çoğalmak için bazı proteinler vd. moleküller sentezleyerek birbirleri ile haberleştiğini ortaya konuyor; Buna “Quorum sensing” aktivite deniliyor. Anlamı “çoğunluğu hissetme”; yani ortamda bulunan diğer hemcinslerine bir anlamda “Orada kimse var mı?” diye mesaj yolluyor. Birbirleri ile iletişimi tamamladıklarında bu defa çoğalmaya başlıyorlar. Dolayısıyla ikinci aşamada seçilecek ürünün mikropların çoğalması için birbiri ile iletişimini kesecek içeriğe sahip olması gerekiyor. Bu konuda yapılan araştırmalar “nar meyve kabuğu özütü” ve “zerdeçal rizomunun” bu tip etkileri bulunduğunu ortaya koyuyor. Bu suretle mikropların çoğalması önlenirken, üçüncü aşamada ortamda kalanların da yok edilmesi gerekiyor. Bu konuda zencefil rizomu, adaçayı, yeşilçay yardımcı olabilir. Demlenen adaçayı içerisindeki uçucu yağda bulunan sineol mikropların yok edilmesine yardımcı olur. Yeşilçay içerisindeki kateşinler de mikropların hücre çeperinin parçalanmasını sağlarken, biyofilm oluşturulmasını da engeller. Yeşil çayın bu özelliği nedeniyle antibiyotik kullanımının kaçınılmaz olduğu ileri enfeksiyon vakalarında antibiyotikle birlikte şekersiz yeşil çay tüketimi antibiyotiklere dirençli mikroorganizmaların savunma kalkanının parçalanarak antibiyotiğin daha yüksek etki göstermesini sağlaması bakımından önemli. Tabi, bu uygulamaların gün içerisinde sıklıkla tekrarlanması önemli.
Diğer taraftan sorunun virüs kaynaklı olması durumunda nar meyve kabuğu içerisindeki punikalagin, zerdeçalın içindeki kurkuminoitlerin, zencefil’in içindeki 6-gingerol’ün ve laden içerisindeki kateşinlerin nöraminidaz enzim inhibisyonu sağlayarak virüslerin yayılmasını engellediği yapılan çalışmalar ile ortaya konulmuş. Bu uygulamalarda en önemli husus önlemlerin mikroplar (bakteri veya virüs) gelişmeye başlamadan, mücadeleye hızla başlamak gerekiyor. Biyofilm oluştuktan ya da virüsler geliştikten sonra maalesef hastalığın bu şekilde tedavisi mümkün olamıyor.
Hastalığa yakalandıysanız! Oldum olası zorunlu olmadıkça antibiyotik kullanılmasından kaçınmışımdır. Nedeni antibiyotiklere dirençli mikrop suşları gelişimine katkıda bulunmamak ve vücudumdaki mikrobiyotaya zarar vererek metabolik dengemin bozulmasına yol açmamak. Bu durumda da Propolis (kafeik asit fenetil esteri içeriği en az %5 olan), Afrika sardunyası kökü (Pelargonium sideoides), mürver meyvesi (Sambucus nigra), ekinezya çiçekli topraküstü usaresi (Echinacea purpurea) gibi bitkisel ürünlerin tedavi boyunca uygulanmasının hastalık süresinde önemli kısalma sağlayabildiği yürütülen klinik araştırmalar ile de ortaya konuluyor. Tabi hastalığa yakalanmadan bağışıklık sistemini destekleyici önlemler alınması bu tip risklerin en aza indirilmesi bakımından en akılcı önlem. Görüldüğü gibi aslında tedavi bazen çok basit olabiliyor. Sadece bir satranç oyunu gibi ustalıkla oynamak gerekiyor.