Yedikleriniz Kansere Zemin Hazırlamasın!

Yetersiz sebze-meyve tüketimi ve bolca yağlı besin tüketmek gibi beslenme tercihleri kansere davetiye çıkarabiliyor. Obeziteyle de yakın ilişki halinde olan kanser için yeterli ve dengeli beslenme düzenini oluşturmak önem taşıyor.

Kanser, yeni çağın en çok karşılaşılan hastalıklarından biri. Tıbbın öncülüğünde tedavi edilebilir hastalıklar arasına giren kanser için akıllarda yer alan en önemli soru, nasıl beslenmek gerektiği... Peki, beslenmenin kanserle bire bir ilişkisi olduğunu biliyor muydunuz? Sağlıklı beslenmek, kanser riskini azalttığı gibi kansere yakalanmış kişilerin doğru şekilde beslenmeleri de tedavilerin etkisini artırabiliyor. Öyle ki, vücuda aşırı şeker yüklemesi yapıldığında tümörlerde büyüme görülebiliyor. Bu nedenle özellikle varsa insülin direncini kırmak ve vücuda uygun bir diyetetik oluşturmak büyük önem taşıyor. Genel Cerrah Dr. Cüneyt Tuğrul, kanser ve beslenmenin sahip olduğu doğrudan ilişkiyi şöyle anlatıyor: Doğru beslenme tedavinin destekleyicisi “Sağlıklı ve dengeli beslenmek, kişinin ömür boyunca uygulaması gereken ilk kural olarak değerlendiriliyor. Hastalıklarla mücadelede vücudun direncini artıran sağlıklı besinler, kullanılan ilaçların etki oranında da olumlu yanıt alınmasına destek oluyor. Özellikle kanser başlangıcı ve tedavi süresi boyunca sağlıklı beslenmek hücrelerin, kasların ve bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlıyor. Ayrıca sağlıklı beslenildiğinde kemoterapi tedavisinde görülen iştahsızlık gibi problemlerin neden olduğu zayıflığın da önüne geçilebiliyor. Yemek yeme isteğinin olmaması sıkça karşılaşılan problemler arasında yer alırken, düzenli ve protein içerikli beslenmek büyük önem taşıyor. Böylece kişinin ihtiyacına uygun besinler vücuda giriyor ve hastalık nedeniyle zarar gören dokularda iyileşme süreci hızlanıyor.”

Vücut, yaşam süresini uzatmaya çalışıyor

“Kanser aslında basitçe, vücudun ölüme karşı gösterdiği direnç olarak açıklanabiliyor. Özellikle büyük travmalarla, yüksek oksidatif stresle ya da psikolojik olarak bağışıklık sistemini aşırı çökerten uzun süreli psikolojik stresle karşılaşan vücut hücresel deformasyonlara uğruyor ve verdiği cevap kanser oluyor. Vücudumuz temelde kendi yaşam sürecini uzatmaya çalışıyor. Hasar gören hücre telomerdeki hasarı kendince onaramadığı için telomere bağlı olmaksızın büyüyebilir bir yetenek kazanmaya çalışıyor. Bu durum da kanser hücrelerinin oluşmasına neden oluyor. Aslında beslenme şekliyle farkında olunmadan vücutta oluşturulan gıdasal stresler de kanserin oluşumunda ciddi şekilde rol oynuyor.”

İnsülin ve insülin direnci kansere neden olabiliyor.

“Şekerli gıdalar başı çekmekle birlikte aşırı yağlı ve aşırı esansiyel amino asit içeren gıdalar da vücudumuzda olumsuz etki yaratıyor. Şeker ve insülin direnci aslında sadece şeker hastalığı, damar sertliği, şekere bağlı enfeksiyon ve bazı nörolojik hasarlar gibi hastalıklar oluşturmakla kalmıyor, aynı zamanda bağışıklık sistemi üzerinde de ciddi hasar yaratabiliyor. Ayrıca meydana gelen aşırı şeker yükü nedeniyle vücudun oksidatif strese girdiği sıkça görülüyor. Bu durum kanser gelişimini artırırken, insülin direnci de insülinin kendisinin büyüme hormonu etkisi yaratabilmesi nedeniyle tümörü büyütebilme ve geliştirebilme gücüne sahip oluyor. Şeker ve insülin direnci bütün bu gücü sebebiyle vücut için aslında başlı başına kanser yaratabilir apayrı bir sorun olarak gün yüzüne çıkıyor. Günümüzde kemoterapilerin yanına metforminin (insülin direncini kıran preparat) eklenmesinin sebebi de bu insülin direncini kırmak ve vücudun kemoterapiye olan direncini azaltarak tümörün kemoterapiye cevabını artırmaktır.

Kanser büyümek için direkt olarak şekere ihtiyaç duyarken, vücut hücreleri ise şekeri alabilmek için öncelikle insüline ihtiyaç duyar. Eğer kişinin şekeri yüksekse hatta insülin direnci varsa vücuttaki insülin oranı iyice yükselecektir. Dokulara şeker giremediği için kişi kendini yorgun, bitkin ve aç hissedecektir. Tümör hücreleri ise istedikleri yoğun şekerle karşılaşabildikleri için büyüme göstereceklerdir. Tedavide kullanılan kemoterapötikler tümör hücrelerini öldürmektedir. Ancak basit bir örnekle açıklanabileceği gibi sistemde sokağa zehirli bir et atıldığını ama aynı zamanda hayvanların yemesi için sağlıklı yemler de verildiğini düşünün. Hayvanlar eğer gereğinden fazla sağlıklı yemi alır ve diğer zehirli etleri yemezse o zaman öldürmeye çalışılan zararlı kemirgenler var olmaya devam eder. Kemoterapinin vücuttaki etkisi de aynı bunun gibidir. Eğer kanser hücreleri kemoterapötik ajanları hücre duvarlarından içeriye almazlarsa kemoterapiye karşı direnç gösterir hale dönüşürler. Kemoterapide kullanılan ajan ne kadar değerli olursa olsun kanser üzerindeki etkinliği ileri derecede kırılmış olur.

İnsülin ve insülin direnci temelde insanlar için çok önemli bir mekanizmadır. İnsülin, şekerin hücrenin içerisinde girmesinde kilit rol oynadığı gibi proteinden, minerallere ve birçok elektrona kadar hücre tarafından hücre zarından içeriye alınabilmesi için de kilit rol oynadığı önemli bir gerçektir. Kişilerin temeldeki sağlıkları, hücresel dayanıklıklarını ve biyolojik güçlerini, insülin direnciyle ne kadar iyi başa çıkabildikleri belirlemektedir. En başta kanser gelişimine kadar ki süreç de ele alındığı zaman eğer sistemde gereğinden fazla şeker mevcutsa ister istemez vücuttaki yağlanmayı da artıracaktır. Bu yağlanmanın zaten kendisi direkt enflamasyon sebebi olacaktır. Vücutta artan enflamasyon bu bölgenin temizlenmesi ve tamiri için gönderilen makrofajlar ve ona cevap veren fibroblastik aktivite ile buna bağlı olarak ortaya çıkan sitokinler aracılığıyla dokuda şiddetli tamirat yapımının bir arada gittiği bir durum oluşturmaktadır. Buna da tıpta enflamasyon adı veriliyor. Vücutta ne kadar güçlü enflamasyon varsa o bölgede o kadar fazla yıkım ama buna paralel olarak vücut tarafından da o kadar fazla yeniden yapım söz konusudur. Rejenerasyon yani yeniden yapım süreci her zaman beklenildiği oranda mükemmel yürümeyebiliyor ve bazen araya atipik hücreler karışmaya başlıyor. Bir dokuda ne kadar çok yüksek enflamasyon varsa ileride bir kanser gelişimi ihtimali de o kadar daha yüksek oluyor. Yani vücutta gereğinden fazla kan şekerinin yüksek olması ve fazla yağın olması, zaten kendi başına kanser gelişimi için karşımıza bir sebep olarak çıkmaktadır.”

Sağlıklı beslenme kemoterapinin etkisini güçlendiriyor

“Eğer vücutta zaten kanser gelişmişse yüksek şeker hem kanseri besliyor hem de kemoterapinin de başarılı olmasını engelleyen faktörlerden önemli biri olarak karşımıza çıkıyor. İyi bir diyet altında olan, kan şekeri ve insülin direnci doğru bir şekilde kontrol altında tutulabilen bir kanser hastası ise kemoterapiye karşı doğru duyarlılık içinde devam ettiği gibi kolay kolay da direnç geliştirmiyor. Ancak aynı zamanda hastanın kendi bağışıklık sistemi ve direnç sistemi yeterli hücresel fonksiyonlarını sürdürebildiği için iyi bir şekilde ve güçlü bir şekilde varlığını sürdürmeye devam ediyor. Beslenmeye bağlı oluşan otoimmün hasarlar, tiroid fonksiyon bozuklukları ve aynı zamanda doku hasarları da ayrıca olaya eşlik etmekte ve bağışıklığı da düşürmektedir. Özellikle erişkinlerde bağışıklık sisteminin kalın bağırsak mukozasının alt tabakalarındaki bağışıklık hücrelerinin (lenforetiküler dokudaki T ve B lenfositlerin diferansiyonuyla) özelleşmesi ve güçlenmesi ile oluştuğu düşünülürse bu noktada eğer kişi doğru beslenme altyapısı, yeterli lif ve yeterli bakteriyel temeliyle bağırsak sistemini kurgulayamazsa vücut yeterli bağışıklık altyapısını meydana getiremez ve tümöre karşı yeterli direnci hiçbir zaman oluşturma yeteneği kazanamaz.”

Kanseri önlemek için vücuda uygun beslenmeli

Kişi, kendi vücuduna uygun nasıl besleneceğine dair profesyonel destek alabiliyor. Örneğin destekleyici beslenme metodolojisi Metabolic Balance Beslenme Programı’nda diyetetik altyapı düzenlenirken vücudun öncelikle biyokimyasal tetkiki yapılıyor. Özel bir bilgisayar programı tarafından bu kimyasal altyapı kişinin o anki yaşı, kilosu, boyu ve vücudunun fonksiyonel bulgularıyla beraber kıyaslanıp, o kişi için uygun olan en mümkün, en az toksik ve en uzun vadede fayda getirebilecek diyet temeli oluşturuluyor. Her türlü gıdanın glisemik yükü de ön planda tutularak kişinin gıdaları tüketebilme miktarları ve tükettiği gıdanın hazırlanma metotlarına kadar detay ortaya çıkarılıyor. Miktarlar da belirlendikten sonra kişinin kendisine yönelik bir diyetetik tedavi planı oluşturulup, sunuluyor ve bu noktada kişi eğitiliyor. Kişinin eğitilmesindeki en önemli sebep ise farkında olmadan bedenine verdiği zararları önlemek oluyor. Hayatındaki çeşitli dönemlerde dünyanın neresinde olursa olsun bu gıda profiline uygun gıdaları seçip kendi diyetine hakim olarak ve onu bozmaksızın sağlıklı olma durumunu sürdürebiliyor. Kişiye uygun gıda çeşitliliği, biraz şeker, yağların azaltılması, protein yapısının kişinin ihtiyacına ve biyokimyasal analizlerine bağlı olarak düzenlenmesi nedeniyle ve çeşitliliğin kişi hayatını kısıtlamadan oluşturulması sebebiyle uzun yıllar sürdürülebiliyor. Normal diyetetiklerde kişilerin kısa bir süre sonra sıkılabilmesi ve diyeti takip etmemesi mümkün olmasına rağmen kanser gibi özel durumlarda kişinin bu beslenme şeklinden vazgeçmesi ya da ihmal etmesi gibi bir şansı olmayabiliyor. Kişinin kendi biyokimyasal ve vücut yapısına uygun bir diyetetik belirlendiği ve çok geniş bir spektrumda kullanabileceği gıdalar kendisine sunulduğunda ise uzun yıllar diyetine bağlı kalma isteğini sürdürebildiği gibi sağlıklı olma durumundan da taviz vermemiş oluyor.

Önceki DOKTOR KÖŞESİ Yazıları